Archive

Archive for October, 2009

Güzellik Bakanın Gözünde midir?

October 14th, 2009 1 comment

“Güzellik”, birçok farklı boyutla ve özellikle de “fiziksel görüntü” ile tanımlanan bir kavramdır. Belki de insanlık tarihi kadar eski olan bu kavram farklı disiplinler tarafından da yıllar boyu incelenmiştir.

Özellikle son yıllarda, “0 (sıfır) beden” kavramının da ortaya çıkmasıyla “güzellik” kavramı daha farklı boyutlar kazanmıştır. Fiziksel olarak, diğer bir deyişle kilo açısından zayıf olmak günümüzün en önemli unsurlarından biri haline gelirken, her kesimden kadın da bu konuda özendirilmektedir. Giysi mağazalarındaki bedenler giderek küçülmüş ve aslında daha “sağlıklı” olduğunu bildiğimiz kilolar artık “utanılır” hale gelmiştir. Ancak bu durum gittikçe kontrol edilemez bir hal almış ve manken ölümlerinden komşu kızlarının ölümlerine kadar iş ciddileşmiştir. Her ne kadar mantıklı düşündüğümüzde, medyanın da büyük etkisinin bulunduğu bu “zayıflık” trendine/modasına karşı olsak da, aslında biz de içinde değil miyiz? Bir sorun kendinize; “Zayıf kadınlar, kilolu kadınlara kıyasla daha mı güzeldir?”

Peki, zayıf ya da kilolu olmak bireylerin güzellik standartlarını değerlendirmesinde nasıl etkili oluyor? Bir kişinin fiziksel görüntüsü, onun kişisel özellikleri arasında en ulaşılabilir ve en gözle görülür olanıdır (Dion, Berscheid ve Walster, 1972). Diğer bir ifadeyle, bir insanla ilk defa tanıştığınızda, o kişi hakkındaki ilk değerlendirmenizi ancak onun fiziksel görüntüsü üzerinden yapabilirsiniz. Dolayısıyla, fiziksel görüntünün bir parçası olan zayıf ya da kilolu olmak durumu, ilk etkileşimde büyük önem taşımaktadır.

Zayıf ya da kilolu olmak, genellikle kadınların diğer erkekler ya da kadınlar tarafından değerlendirmelerinde büyük rol oynamaktadır. Wade ve DiMaria’nın (2003) gerçekleştirdikleri bir araştırmada bireylerin, diğerlerine kıyasla daha zayıf olan kadınların aynı zamanda daha çekici, arkadaş canlısı, ateşli, meslek hayatında başarılı ve eş bulma konusunda potansiyellerinin daha yüksek olduğunu düşündükleri görülmektedir. Benzer bir çalışma yapan Larkin ve Pines da (1979), kilolu kadınların diğerleri tarafından tembel, açgözlü ve bencil olarak etiketlendiklerini ve bu şekilde etiketlenen kadınların iş ararken ayrımcılığa maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Diğer yandan erkekler de zayıf ya da kilolu olmalarıyla değerlendirilmektedirler. Zayıf erkekler aynı zamanda daha çekici, ateşli ve meslek hayatında başarılı olarak değerlendirilirken, kilolu erkekler ise daha zeki, arkadaş canlısı ve güvenilir olarak değerlendirilmektedir (Larkin ve Pines, 1979; Wade ve DiMaria, 2003).

Bu konuda yapılmış daha pek çok araştırma, fiziksel görüntünün bir unsuru olan “zayıf olma” durumunun ciddi boyutlara dayanacak kadar önemli hale geldiğini göstermektedir. Ancak güzellik sadece zayıf ya da kilolu olmakla da sınırlı değildir. Plastik cerrahinin ve kozmetik dünyasının kendisini kat be kat genişlettiğini düşünecek olursak, her cinsten ve yaştan insanın kendilerine sunulan “güzellik” standartlarına olan takıntılarının boyutlarını da daha iyi anlarız.

Yukarıda da bahsedildiği gibi, ilk görüşte kişilerin diğerlerini fiziksel görüntüleriyle tanımlamalarında bir yanlış yoktur; çünkü değerlendirme yapmak için elde başka veri yoktur. Ancak bu değerlendirmenin daha sonra şekil değiştirmemesi ciddi bir soruna işaret etmektedir. Bu durum, insanların kendilerini her nasıl ifade ederlerse etsinler, fiziksel görüntüleri dışında bir önem taşımayacakları anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bizlere sunulan “güzellik” standartlarının dışında kalan kişilerin özsaygılarının hasar alması da engellenemez olacaktır.

“Güzellik” dayatmalarının ve/ya takıntılarının, insanların psikolojik sağlıklarına zarar veren yönlerini törpülemek amacıyla birtakım girişimlerde de bulunulmaktadır. Bu konuda farklı disiplinler tarafından yapılan araştırmaların yanı sıra “güzellik” kavramının ön sıralarda olduğu sektörlerin başrol oyuncuları da zaman zaman parmak basmaktadırlar. Birkaç yıl önce moda devi olan bazı tasarımcılarının “0 beden” mankenlere defilelerinde yer vermeyeceklerini ilan etmeleri gibi…

Bu girişimlerden bir tanesi de temizlik ve güzellik ürünleri markası olan Dove’a ait. Bir sosyal sorumluluk projesi olarak da adlandırabileceğimiz girişimde Dove, “Dove Özsaygı Fonu (Dove Self-Esteem Fund)” kurmuş ve “Gerçek Güzellik Kampanyası (Campaign for Real Beauty)” başlatmıştır. 2010 yılı sonuna kadar 5 milyon genç kadına ulaşmayı amaçlayan bu kampanya, gelecek neslin kendilerini kısıtlayan “güzellik” kalıpyargılarına karşı özgürleşmesine yardımcı olmayı hedeflemektedir. Bu hedef doğrultusunda bir internet sitesi oluşturan Dove (http://campaignforrealbeauty.com), bu site aracılığı ile dünyanın hemen hemen her ülkesinden genç kadınları kendi anadillerinde (İngilizce, Türkçe, Fransızca, Arapça ve diğer.) bilgilendiriyor. Dove, genç kızların “güzellik” tanımını kendi kelimeleriyle yeniden şekillendirmelerine olanak sağlayarak onların özsaygılarında olumlu değişiklikler yapmaya çalışıyor. Üyelik sistemiyle herkesin düşüncelerini paylaşmasına da fırsat veren Dove’un internet sitesinde konuyla ilgili değişik anketlere ve video görüntülerine de ulaşmak mümkün. Kozmetik dünyasında çok daha büyük pazar sahibi olan markaların ellerini taşın altına sokamadıklarını düşünecek olursak, Dove’un başlattığı ve yürüttüğü bu sosyal sorumluluk projesini hem genç bir kadın hem de sosyal psikolog adayı olarak desteklediğimi söylemek isterim. Sevgili Dove yöneticileri ve çalışanları, teşekkür ederim.

Kaynaklar

Dion, K., Berscheid, E. ve Walster, E. (1972). What is beautiful is good. Journal of Personality and Social Psychology, 24(3), 285- 290.

Larkin, J. C. ve Pines, H. A. (1979). No fat persons need apply, experimental studies of the overweight stereotype and hiring preference. Sociology of Work and Occupations, 6, 312-327.

Wade, T. J. ve DiMaria C. (2003). Weight halo effects: İndividual differences in percieved life succes as a function of women’s race and weight. Sex Roles, 48, 461- 465.

Belleği Güçlendiren Sprey

October 1st, 2009 Comments off

Öğrenciler yaşadı!

Üniversite öğrencilerin korkulu rüyası sınavlardır ve daha da kötüsü ertesi sabah uyandıklarında hatırladıkları bilgi miktarın çok sınırlı olması işleri daha da karıştırır. Sadece öğrenciler değil, hepimiz, okuduklarımızın daha uzun süre ve daha hatırlanabilir bir şekilde belleğimizde kalmasını ve gerektiğinde de onları geri çağırabilmeyi isteriz. The FASEB Journal‘da yayınlanan bir çalışmaya göre insan bağışıklık sistemindeki bir molekül (interleukin – 6) bu konuda işimize yarayabilir.

Araştırmacılar, 17 sağlıklı yetişkin erkekten kısa bir hikaye okumalarını istediler. Hikayenin bitiminde içinde interleukin-6 ya da molekül içermeyen bir plasebo sıvı bir sprey yardımıyla burundan deneklere verildi. Daha sonra ise deneklerin uyumalarına izin verildi ve uyku sırasındaki beyin işlevleri de ayrıca kontrol edildi. Araştırmanın sonuçları oldukça ilginç. Uyandıklarında, bir gece okudukları hikayeden hatırlayabildikleri kadar cümle hatırlamaları ve yazmaları istenen deneklerden, kendilerini daha önce interleukin-6 verilmiş olanların hatırlama performansları, sadece sıvı verilenlere kıyasla istatistiksel olarak çok daha yüksek bulundu. Diğer bir ifadeyle, interleukin-6 ve onu takip eden normal bir uyku daha önce sisteme giren bilgilerin kodlanması, depolanması ve dolayısıyla da daha sonra geri çağrılmasında olumlu etkiye sahip.

Araştırma sonuçlarının geçerliği ve güvenirliği için daha fazla örneklemle yeni çalışmaların yapılması ve özellikle uykunun bellek üzerinde nasıl bir etkisinin olduğunu araştırmak gerekiyor. Tabii asıl görevi hücre tamiratı olan bu molekülün neden belleği etkilediği da ayrı bir soru. Ancak yine de bellek sisteminin güçlendirilmesinin günlük hayata yansımasının olası etkileri düşünüldüğünde araştırmanın önemi ortaya çıkacaktır.

Kaynak: Benedict, C., Scheller, J., Rose-John, S., Born, J. ve Marshall, L. (2009). Enhancing influence of intranasal interleukin-6 on slow-wave activity and memory consolidation during sleep. The FASEB Journal, 23, 3629-3636.