Kokunun insan hayatı için önemini hepimiz biliriz. Her ne kadar burnumuz, çok sık kullandığımız (ya da güvendiğimiz) bir duyu organı olmasa da kokuları unutmuyor olmamız, farklı kokuları sınıflandırmadaki başarımız oldukça ilginçtir. Journal of Agricultural and Food Chemistry dergisinden yayınlanan bir makale, koklamaktan zevk aldığımız bitkilerin stres düzeyimizi normalleştirmede etkisi olduğunu söylüyor. Araştırmaya göre limon, mango, zambak, lavanta gibi hoş kokulu bitkiler bağışıklık sisteminin anahtar parçalarından olan neutrophils (nötrofil; bir çeşit lökosit) ve lymphocytes (lenfosit; kan hücresi) düzeylerini ve fizyolojik stres semptomlarını normal seviyelerine çekmeye yardım ediyor. Çalışma farelerle yapıldığı için insanlar üzerindeki etkisinin şiddeti konusundan direkt bir şey söylemek pek mümkün olmayabilir ancak güzel kokulara kimsenin hayır diyeceğini sanmıyorum (Not: Deneyde kullanılan ve farelerin solumasına olanak verilen temel koku lavanta).
Kaynak: Nakamura, A., Fujiwarat, S., Matsumoto, I. ve Abe K. (2009). Stress repression in restrained rats by (R)-(−)-linalool inhalation and gene expression profiling of their whole blood cells. Journal of Agricultural and Food Chemistry, 57(2), 5480-5485.
Grup davranışı üzerine yapılan çalışmalar, takım olmanın önemli olumlu özelliklerinden sık sık bahseder. Bir grup içerisinde bulunmanın, sorumluluk dağılımı, uç kararlara yönelim, uygucu davranış (conformity) gibi olumsuz özellikleri olsa da grubu (takımı) ilgilendiren bir konuda başarıya ulaşmak için gerekli olan motivasyonu ve gücü sağlaması açısından başka insanlarla birlikte olmanın önemi açıktır. Grup halindeyken kişilerin, tek başlarına olduklarından daha güçlü ya da acıya toleranslı olduğu konusunda ilginç örnekler var. Bu konuyu haber yapan The Guardian gazetesi, 1956 yılında oynanan Manchester City – Birmingham maçını örnek olarak veriyor. Bu maçta, Manchester City kalecisi Bert Trautmann bir pozisyon sonrası boynunu kırmasına rağmen (yanlış okumadınız boynunu) ardarda kurtarışlar yaparak takımını galibiyete taşımıştı. Trautmann’ın o halde maçı tamamlamış olması kendisini efsane yaptı. Trautmann, günümüzde hala dünyanın gelmiş geçmiş en önemli kalecilerinden birisi olarak anılmaktadır ve bu neredeyse mucize olay belleklerden hiç silinmedi.
Oxford Universitesi’nden Emma Cohen başkanlığındaki ekip, kürek takımı ile yaptığı çalışmada grup halinde egzersiz yapan sporcuların tek başlarına yapanlara kıyasla yaklaşık 3 kat daha fazla acıya tolerans gösterdiklerini bulmuşlar. Araştırmacılar, grup halindeki çalışmada salgılanan fazla miktardaki endorfinin bu toleransa neden olduğunu düşünüyorlar. Özellikle fiziksel aktivitenin ön plana çıktığı bu gibi takım çalışmalarında, diğer insanlarla birlikte olmanın sadece zihinsel değil aynı zamanda biyolojik etkileri olduğu da ortaya çıkmış oluyor. Zihin ve beden arasındaki ilişkinin ne kadar kuvvetli olduğunun da ek bir göstergesi.
Amerikan Kanser Derneği (American Cancer Society) tarafından çıkarılan Cancer dergisinde yayınlanan ve bir araştırma depresyon ve kanser hastalığı arasındaki ilişkinin önemli olduğunu söylüyor. Jillian Satin yönetimindeki ekibin yaptığı çalışmalara göre kendilerine major depresyon tanısı konulan kanser hastalarında ölüm oranı %39 daha yüksek. Bu büyük farkın nedenleri çok değişik olabilir ancak görünen o ki, kanser gibi odukça ciddi ve kronik bir hastalıkla başetmeye çalışan hastalar aynı zamanda olumsuz otomatik düşünceleri tetikleyen başka bir problemle (depresyon) de boğuşmak zorunda kaldıklarında, bu, onların genel iyileşme ya da tedaviye uyum süreçlerini olumsuz etkiliyor.
Her ne kadar bu çalışmada temel olarak ele alınan hastalık kanser olsa da, diğer kronik hastalıklarda da (kalp hastalıkları, böbrek yetmezliği, vb.) sadece depresyonun değil diğer psikolojik problemlerin de olumsuz etkisi olması mümkün. Kronik hastalıklar konusunda uzman olan hastanelerin, kendi bünyelerinde klinik psikologları ve sağlık psikologlarını barındırması, hastalara ve yakınlarına eğitim vermeleri, onların tedaviye uyum süreçlerini olumlu etkileyecektir. Ancak diğer pek çok konuda olduğu gibi bu konuda Türkiye’deki hastanlerin durumu oldukça yetersiz.
Heinrich-Hein Üniversitesi (Düsseldorf, Almanya), Biyokimya ve Moleküler Biyoloji Enstitüsü’nde 193 yetişkin sağlıklı deneklerle yapılan bir çalışma günlük sebze – meyve tüketimi ile antioksidant miktarı ve bilişsel performans arasında bir ilişki olduğunu gösteriyor. Sebze – meyve tüketimi yüksek (ortalama 400 g.) deneklerin hem antioksidant düzeyleri yüksek olmakla kalmıyor aynı zamanda, daha az tüketimde bulunan (ortalama 100 g) deneklere kıyasla yüksek bilişsel performansa sahip oluyorlar. Araştırmanın bulguları, özellikle ilerki yaşlarda karşılaşılabilecek Alzheimer gibi, bilişsel performansı olumsuz etkileyen hastalıkların ortaya çıkma ihtimali düşürme olasılığını gösterdiği için çok önemli. Diğer bir ifadeyle, yeme alışkanlıklarımızın gelecekte karşılaşabileceğimiz zihinsel sorunlarla ilişkisi olabilir.
Araştırmayı okuyanları, zihinsel süreçleri ve performans gibi karmaşık bir yapının sadece beslenme gibi tek bir değişkene bağlı olarak değişmeyeceği konusundaki şüphelerini saklı tutmasını öneririm. Tabii ki beslenmenin yanında diğer pek faktör bizim bilişsel performansımızı etkiliyor ancak sağlık açısından her zaman önerilen sebze – meyve tüketimimizi bu ek bilgiler doğrultusunda yeniden gözden geçirmek ve yeme alışkanlıklarımızı – eğer gerekiyorsa – sağlıklı bir hale getirmek, daha kaliteli bir yaşam için iyi bir başlangıç olarak görünüyor.
Kaynak: Polidori MC, Pratico D, Mangialasche F, Mariani E, Aust O, Anlasik T, Mang N, Pientka L, Stahl W, Sies H ve Nelles G. (2009). High fruit and vegetable intake is positively correlated with antioxidant status and cognitive performance in healthy subjects. Journal of Alzheimer’s Disease, 17(4), 8-14.
Araştırmanın Science Daily‘de çıkan özeti için lütfen burayı seçiniz.
Son Yorumlar